Oturum Başkanı: Abdulvahit Yücel

  • Yeni Dünya Düzeni ve Medya: Kemal Öztürk

12. Anadolu Buluşması’nın VII. Oturumunda konuşan gazeteci yazar Kemal Öztürk, “Ne oldu bize, niye böyle savrulduk’ diye yapılan tüm tartışmaların birinci maddesi İslam ülkelerindeki Müslümanların birbirleriyle olan ayrılığıdır” dedi.

12. Anadolu Buluşması’nın “Çağdaş İslami Hareketlerin İmkân ve Sorunları” başlıklı VII. Oturumu Abdulvahit Yücel’in başkanlığında yapıldı.

Programda, “Nitelikli İnsan ve Eğitim Sorunu” başlığıyla bir sunum yapması beklenen Alpaslan Durmuş işlerinin yoğunluğu sebebiyle sempozyuma katılmazken, gazeteci yazar Kemal Öztürk “Yeni Dünya Düzeni ve Medya” başlık bir sunum gerçekleştirdi.

“İslami hareket; emperyalizmin dünyayı boğduğu, kasıp kavurduğu, tesiri altına aldığı, ezdiği bir dönemde insanlık için belki de tek reçetedir. Emperyalizmin sağı ve solu olan kapitalizm ve sosyalizm dünyayı yaşanmaz hale getirdi. Hâlâ tek umut, tek hakikat İslami harekettir” diye konuya giriş yapan oturum başkanı Abdulvahit Yücel, kısaca Kemal Öztürk’ü tanıttıktan sonra mikrofonu kendisine bıraktı.

Şu anda dördüncü büyük krizimizi yaşıyoruz

Öztürk “Yeni Dünya Düzeni ve Medya” başlık sunumunda şunları dile getirdi:

“Ben genellikle İslam dünyasının yaşadığı sorunların kendi içinde yaşadığı problemlerden kaynaklandığını düşündüğüm için genellikle de kendi içimize yönelik öz eleştiriler yapmaktan yanayım.

‘İslam dünyasının sorunları’ başlığı belki dört gün değil, dört yıl boyunca da konuşsak bitmeyecek. Dört yıl boyuncu da çözüm yolları arasak tükenmeyecek büyüklükte bir problemdir. Bu yüzden daha büyük bir çerçevede değil de daha spesifik bir alanda İslam dünyasının sorunlarını kendi içindeki başlığını tartışmaktan yanayım.

Yani İslam dünyasının sorunları yerine Müslümanların problemi nedir, Müslümanların hatası nedir, yanlışı nedir? Ben genellikle bu konulara kafa yoruyorum, yazıyorum. Televizyon tartışmalarında çok fazla bu konuya girmiyorum, ama bizim, İslam dünyasının çok ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı var.

Çok sancılı bir tarihte doğduk. O tarihlere şahitlik ediyoruz. En büyük krizimiz, İslam dünyasının en büyük krizi Kerbela faciası ile sonuçlandı.

Benim kanaatime göre dördüncü büyük krizimizi şu anda yaşıyoruz. Arap Baharı’yla birlikte başlayan diktatör rejimlere, diktatör Müslüman rejimlere karşı yapılan ayaklanmanın, isyanın, başkaldırının bir devrim girişiminin başarısız olması sonucu Kuzey Afrika’dan İran toprakları sınırlarına kadar bütün coğrafyada çok büyük bir travma ve kriz yaşanmıştır.

Tıpkı Osmanlı topraklarının parçalanması gibi, Osmanlıdan geriye kalan ülkelerin de parçalanması yine bizim şahit olduğumuz bu tarihlerde başlamıştır. Libya ikiye bölünmüştür. Suriye belki on parçaya bölündü. Irak üç parçaya bölündü. Yemen iki parçaya bölündü. Lübnan iki parçaya bölündü. Ellerinden gelse Türkiye’yi de bölmek, parçalamak için çaba harcayacak bir zihniyet aramızda dolaşıyor.

Dolayısıyla bu dördüncü büyük savrulma ve krizinin şahitleriyiz, aktörleriyiz, öznesiyiz nesnesiyiz. Ve bizim çocuklarımız bu savrulmanın yaşattığı krizi yaşamaya devam edecekler maalesef.

Bütün kriz dönemlerinde, Osmanlı topraklarında ya da Endülüs’te ya da Şam’da, Bağdat’ta, “ne oldu bize, niye böyle savrulduk” diye yapılan tüm tartışmaların birinci maddesi İslam ülkelerindeki Müslümanların birbirleriyle olan ayrılığıdır. Birinci madde budur. Müslümanın Müslümanla uğraşmasıdır. Moğol istilası doğudan başlayıp batıya doğru ilerlediği zaman, Bağdat düşüp Dicle nehrinde kesilmiş başlar ve yakılmış kitaplar arttığında, Endülüs Müslümanları birbirleriyle savaşıyorlardı. Anadolu Beyliklerinde, Fatimiler’de, Kuzey Afrika’da Müslümanlar birbirleriyle savaş halindeydi.

Moğol İmparatorlarıyla işbirliği yapanlar, gizli anlaşmalar yapanlar Müslüman kardeşlerinin kanlarını ellerine sürmüşlerdir. Özellikle çok tavsiye edeceğim, o dönemde bir kitap var. Okumanızı ısrarla isterim. Selahaddin Eyyubi’nin hayatını anlatan Reha Çamuroğlu’nun yazdığı “Selahaddin el Kürdi” isminde bir kitap…

Bu kitap Kudüs’ün fethedilmeden önceki İslam coğrafyasının nasıl bir halde olduğunu anlatır. Müslümanların nasıl birbiriyle uğraştığını anlatır. Ve Haçlılarla ittifak yapan Müslümanların diğer Müslüman kardeşlerini nasıl katlettiğini anlatır. Ki Selahaddin Eyyubi tüm bunlara karşı mücadele etmiş ve sonradan Kudüs’ü Haçlılardan kurtarmıştır. Allah rahmet eylesin, Allah ondan razı olsun.

Şunu anlatmaya çalışıyorum; Selahaddin Eyyubi bin yıl önce yaşamıştı. Bugün aynı olayları tekrar yaşıyoruz. I. Dünya Savaşı dönemlerinde, Osmanlının savrulmasından sonra başlayan tartışmalarda benim çok önemsediğim bir alıntı var. Onu size okumak istiyorum; İslamcılık tartışması Osmanlının zayıflaması döneminde ortaya atılmış kavramlardan biridir.  Bize ait bir kavram da değildir. Her ne kadar İslamcı olarak tanıtılsam da ve İslamcı olduğum gerçeği de baki olsa da… Aslında bu kavramı kullanmayı çok yeğlemeyen, doğru da bulmayan birisiyim. Çünkü bu kavram Osmanlının topraklarını parçalamaya başlayan Batılı ülkelere karşı direniş hareketlerinin olduğu Tunus’ta, Mısır’da ve Kafkasya bölgesinde ortaya çıkan Müslüman direnişini mağlup etmek için üretilmiş bir kavramdır.”

Bizim tek bir adımız var; O da Müslümandır

Konuşmasında İslamcı kavramının nasıl ve kimler tarafından üretildiğinin tarihi arka planına da değinen gazeteci Öztürk bu kavramın kabul edilmemesi gerektiğini dile getirdi.

Öztürk konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bizim tek bir adımız vardır. O da Müslümandır. Onun önüne ve sonuna hiçbir sıfatı kabul etmememiz gerekir. Böyle yaptığınız takdirde Arnavutluk’taki Müslümanlarla, Boşnak Müslümanlarla ya da Suriyeli Müslümanlarla ya da Kafkasya’daki Müslümanlarla, Hintlilerle ya da Pakistanlılarla aynı ortak kimlikte ve paydada buluşmuş olursunuz. Öbür türlü İslamcılarla-tarikatçılar, İslamcılarla-cemaatçiler, İslamcılarla-muhafazakârlar gibi yaftalarla sizi paramparça haline getirip ayrıştırabilirler.

Bu tarihlerde çok önemsediğim ve bana göre İslamcılığı -kabul etmesek de- en iyi tarif eden tanımlardan bir tanesi; 1907 yılında, bu kavramsal tartışmaların yoğunlaştığı dönemlerde İngiltere’de yaşayan Hindistan kökenli bir Müslüman tarafından ortaya çıkarılmış, üretilmiştir. Bu Müslüman entelektüelin yazdığı ‘İslamcılık’ nedir tarifi şöyledir: ‘Müslüman milletlerin en aydınlanmış sınıfları, sadece ahlaki ve entelektüel bir amaçla, ortak bir ideal, yani ilerleme ve ortak bir özlem, yani özgürlük arayışı içinde yapılmış üstü örtülü bir sözleşmedir.’

İdealler ve özgürlük için… Çünkü bütün coğrafya parça parça işgal edildiği için; özgürlük, o dönemdeki Müslüman milletlerin en önemli ihtiyaçlarından bir tanesidir. O yüzden bu, özgürlük kavramı altında yapılmış üstü örtülü sözleşmeyi anlatıyor.

Tanımın devamı şöyle: ‘Amacı, bu 300 milyon insanoğlunu cehalet içinde tutan, aşağılayan, ahlaki ve fikri yeteneklerini özgürce geliştirmesine engel teşkil eden şartların boyunduruğundan kurtarmaktır.”

‘İslamcıların amacı; ahlaki ve fikri yeteneklerimizi özgürce kullanmamızı engel olan bu emperyalistlere karşı bu boyunduruktan kurtarmaktır’ diyor 1907’de…

Devam ediyorum: ‘İster papa ister halife olsun, saldırgana karşı mücadele eden İslami vicdanın uyanışıdır İslamcılık.”

Gazeteci Kemal Öztürk’ün konuşmasının diğer bazı satır başları şöyle:

-İslamcılığı sadece emperyalistlerin işgaline karşı bir vicdan uyanışı olarak algılamayın. Aynı zamanda tırnak içinde ‘halife’ diye verdiği İslam ülkelerinin yöneticileri, Müslüman yöneticilere karşı da bir vicdan uyanışıdır.

-Kölelik sadece dışarıdan gelen insanların yaptığı bir şey değildir.

-Sadece ayağınıza, kollarınıza pranga vurarak sizi köle yapmazlar. Fikirlerinize, düşüncelerinize, özgürce soru sormanıza ve özgürce sorgulamanıza ambargo koyarak da sizi köleleştirebilirler.

-Bizim kavgamız sadece topraklarımızı işgal eden ülkelere karşı değil, kendi içimizden çıkan onların hainlerinde karşıdır da devam etmek zorundadır.

-Bizim Osmanlı döneminden başlayan savrulmamız ve sıkıntılarımız neredeyse yüz elli yıldan beri devam ediyor. Ve biz onların son temsilcisiyiz.

-Suriyeli muhaliflerin Şam’daki zalim Esed’e karşı mücadele verirken diğer kardeş muhalifleri nasıl acı bir şekilde katlettiğine şahit oldum. İdlib’e, Azez’e, Halep’e gittim. Hem de savaş esnasında gittim buralara… Güya diktatör, güya zalim, güya kan emici Esed’e karşı savaşan Müslüman grupların birbirleriyle savaştıklarını gördüm. Hepinizi gördünüz, hepiniz şahit oldunuz. Demek ki Rusya’nın Suriye bölgesinde üs kurması, Amerika’nın gelip Suriye bölgesinde üs kurması konumuz değil sadece… Nasıl oluyor da bir Müslüman başka bir Müslümanı öldürebiliyor? Bu soruyu sormamız ve açık bir şekilde cevaplamamız gerekiyor.

-Üzülerek söylüyorum Suriye’de yenildik, kaybettik. Ve Suriye İslam dünyasının Kerbela’dan sonra en acı Müslüman katliamının Müslüman eliyle yapıldığı topraklar olarak tarihe geçmiştir.