Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ali Gür
- Siyaset Ahlakı ve İnşası:
Doç. Dr. Alev Erkilet - İslam Dünyasında Sokak Ahlakı ve Siyaset:
Prof. Dr. Zekeriya Kurşun - Birlikte Yaşama Sürecinde Adalet Mefhumu:
Prof. Dr. Mazhar Bağlı
12. Anadolu Buluşması’nın VI. Oturumu Prof. Dr. Ali Gür’ün moderatörlüğünde yapılırken, Doç. Dr. Alev Erkilet “Siyaset Ahlakı ve İnşası”, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun ise “Birlikte Yaşama Sürecinde Adalet Mefhumu” başlıklı birer sunum yaptı.
12. Anadolu Buluşması’nın VI. Oturumu Prof. Dr. Ali Gür’ün moderatörlüğünde yapıldı. “Siyaset ve Hakikat Arasında İnsan Olmanın İmkânları” üst başlıklı VI. Oturumda; Doç. Dr. Alev Erkilet “Siyaset Ahlakı ve İnşası”, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun ise “Birlikte Yaşama Sürecinde Adalet Mefhumu” başlıklı birer sunum gerçekleştirdi.
Siyaset-ahlak kavramı ve bunlar arasındaki ilişkiye kısaca değinerek oturumu başlatan Prof. Dr. Ali Gür, konuşma önceliğini İstinye Üniversitesi’nde görev yapan Doç. Dr. Alev Erkilet’e verdi.
Ahlak ve siyaset birbirinden ayrılmaz
Siyaset ve ahlak kavramının İslam düşüncesi açısından hiçbir zaman birbirinden ayrılmadığını belirten Erkilet; “Siyaset kendi başına çok önemli bir başlık, ahlak çok önemli bir başlık… Biz şunu biliyoruz ki; İslam dünyası açısından, İslam düşüncesi açısından bu iki kavram, bu iki başlık hiçbir zaman birbirinden ayrılmamıştır. Zaten işin doğası gereği ayrılmaları da mümkün değil. Çünkü bir Müslüman olarak hangi faaliyeti yürütürseniz yürütün, hangi işle meşgul olursanız olun bu alanların hiçbirisi ahlaktan bağımsız düşünülemez. Bu, temel bir kabuldür.
Biz İslam düşüncesiyle alakalı, İslam toplumuyla alakalı, İslam’da siyasetle alakalı bir şey konuştuğumuz zaman aslında bizi ilgilendiren meselelerin tamamını da bir arada konuşmak durumundayız” dedi.
Erkilet konuşmasında sosyal bilimci Ziyaüddin Serdar’ın İslam dünyasının şu an içinde bulunduğu durumla ilgili tespitlerine yer vererek şunları dile getirdi:
-Biz geçmişte dünyanın arkasından gittiği çok önemli önderler, sanatçılar, edebiyatçılar bilim adamları yetiştirdik. Fakat bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, ne durumda olduğumuz konusunda biraz daha derin analizler yapmamız gerekir.
-Ziyaüddin Serdar diyor ki; Bugün İslam dünyasında ağırlık taşıyan güzellikler taklittir, ikincisi Batılılaşmış modernitedir, üçüncüsü düşüncesiz kalmaktır, dördüncüsü fakirliktir, beşincisi durağanlıktır, altıncısı çatışmadır. Ve bunlara bağlı olarak maalesef İslam toplumlarının hayatında mezhepsel çatışmalar fazla yer tutuyor.
Ve son olarak da güçlülerin zayıfları ezmesidir. Yani İster Arap toplumları söz konusu olsun, ister Afrika toplumları söz konusu olsun, ister Ortadoğu toplumları söz konusu olsun… Bizim yaşadığımız temel problemlerden bir tanesi de güçlülerin zayıfları sistematik olarak ezmekte olduğu toplumlardır.
-Ziyaüddin Serdar, “bizim kavramlarımız bayağılaştırılmıştır” diyor. Hangi kavramlarımız bayağılaştırılmıştır:
Mesela helal kavramı, âlim kavramı, ilim kavramı, icma kavramı, cihad kavramı… Bu kavramlar sistematik olarak aslından uzaklaştırılmış ve bu toplumlar için bir gerilik nedenli haline gelmiştir.
Ziyaüddin Serdar, “Bugün İslam dünyası helal kavramını neredeyse sadece helal gıda ve helal et bağlamında tartışıyor” diyor.
Mesela cihad kavramı; İslam’la insanların arasında engellerin ortadan kaldırılması anlamına gelirken, bugün artık Müslümanlar dâhil herkese yönelik bir şiddet manasında anlaşılıyor.
-Ziyaüddin Serdar’ın buradan aslında varmak istediği şu; İslam dünyasının birtakım meseleleri aşabilmesi için körü körüne geçmişte ortaya konulmuş olan şeyleri taklit etmesi değil, bugünkü problemleri çözmekle alakalı bir metodoloji geliştirmek gerekir. Serdar’ın İslam medeniyetinin geleceği konusunda yapmaya çalıştığı şey tam olarak budur.
Serdar, İslam’ın temel kavramlarından, temel prensiplerinden, umdelerinden, değerlerinden hareketle 21. yüzyıl insanının ihtiyaçlarını karşılayacak çözümleri nasıl üretebiliriz tartışmasını sistematik hale getirilmiş bir biçime sokmaya çalışır.
-Serdar, önümüzdeki dönemlerle ilgili bir planlama ve tasarruf yapmamız gerektiğini, geleceği planlamamız gerektiğini söylüyor. “Bunu en az yirmi yıl, kırk yıl periyotlar çerçevesinde şimdiden yapmamız lazım” diyor.
Doç. Dr. Alev Erkilet’in konuşmasının diğer bazı satırbaşları şöyle:
-Ekoloji meselesi… 80’lerin sonunda Müslümanların gündemine giren bu konu 28 Şubat süreciyle çok hızlı bir şekilde bizim gündemimizden çıktı.
-İnsan kendini evrenden ayırıp, parçası olması gereken bir varlık olarak tanımlamayıp onu yöneteceğini düşünmüştür.
-Müslümanlar dâhil müthiş bir çevre istismarcılığı var.
-Yakın zamana kadar kirletmiyor veya hâkimi olmaya çalışmıyor gibiydik, ama çevreyi tahrip etme ve ona hâkim olma konusunda çok çalışıyoruz.
-Kapitalizme, modernizme karşı söylemlerimiz var… Ama bunların somut bir temele yaslanması gerekirken, kültürel mirasa yaslanmamız gerekirken, kültürel mirasa en çok zarar veren insanlar yine biz Müslümanlarız.
-Modern kentleşmeye itirazımız var, ama önerdiğimiz bir alternatif yok.
-Biz kendimizi değiştirelim ki, Rabbimiz de bizi değiştirsin.
-Kültürel miras bizim için taklit edilecek bir şey değil, üzerine yaslanarak geliştirmemiz gereken bir kuluçkadır.
-İçinde yaşadığınız kapitalist düzen seni dönüştürür. Ama senin onu dönüştürmen gerekir. Sen onu değiştirmezsen, değiştirecek nesiller yetiştirmezsen, o seni değiştirir.
-Bu evrensel sistem, sömürerek sahip olduğun şeyleri döner ve senden alır.
-Bir göçmen geliyor ülkeye… Çok yoksul bir şekilde yaşıyor. Biraz çalışıp orta seviyeye gelince, o yoksulluk yeni gelen diğer göçmene geçiyor.
-İslam’ın kapitalizmle arasını düzeltmesinin çok büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum.
-Kapitalizm aşılması gereken, emperyalizm üzerinde durup düşünmemiz gereken bir şeyse bizim buna özgün çözümlerimiz olması gerekir.
-Komşusu açken tok yatan bizler değilsek, zengini zengin eden, yoksulu daha yoksul eden bir sisteme söyleyecek sözlerimiz olması gerekiyor.
-Bizi birbirimize daha çok düşüren bir gündeme takıldık.
-Gerek akademi gerek sanayi düşünce alanından insanların uzun vadeli çözümlere yatırım yapması ve o sözün bu coğrafyadan sadece Müslümanlara değil, tüm dünyaya bir öneri olarak sunulması gerektiğini düşünüyorum.
-Müslümanları giderek daha fazla kimlikçi tartışmalar içine sıkıştırıyorlar. Kimlik tartışmaları Batı kaynaklıdır. Biz İslam devriminden bahsederken; dünya, İslam’ı sadece başörtüsü üzerinden kimlik meselesine indirgemeye çalışıyordu.
-Eğer İslam bir bütünse, aileyi, iktisadı da hükümleriyle çevreleyen bir şeyse eğer… Bütünüyle bunu kapsayan bir şey söylememiz gerekir. Ama batı bizden kimliklerin içinde kaybolup bizim birbirimizi yememizi istiyor.
-İslam’ın bütüncüllüğü konusunda düşünce ve amel birliği de var.
-Bugün bizim farklı şekilde amel etmemizle de bir şeyler değişir.
-İnsanın kendi evinin eğitimine düşünsel ve aktif olarak emek vermesi gerekiyor.
-Ziyaüddin Serdar: Değişim gelir her şeyi sizden alır götürür ya da onu siz yönetir, ne olmasını istiyorsanız ona yönelik toplumsal yönlendirmelerde bulunursunuz.
İhyacı değil, inşacı olmak zorundayız
Doç. Dr. Alev Erkilet’in “Siyaset Ahlakı ve İnşası” başlıklı sunumunu tamamlamasının ardından oturum başkanı Prof. Dr. Ali Gür son sözü “Birlikte Yaşama Sürecinde Adalet Mefhumu” başlıklı sunumunu yapmak üzere Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’a bıraktı.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun konuşmasında özetle şunları dile getirdi:
“Modern siyaset biliminde dünya kavramı ‘gezegen’ olarak algılanmaz, farklı iletişim ve ilişkilerin aynı düzlemde kurulabildiği coğrafyaların iş birlikleri olarak algılanır. Dolayısıyla dünya deyince biz biraz bu çerçevede anlamak istiyoruz. Bu yüzden İslam dünyası deyince, -sabahtan da soruldu bu- var mı yok mu diye… Bu kavram da bir problem olarak kaldı.
Elbette İslam dünyası diye bir dünyadan söz etmek mümkündür. Ama genel olarak baktığımızda, yani dünya kavramı, gezegenin dışındaki dünya kavramı ifade edilirken siyasi işbirliği yapabilen coğrafyalar bir dünyayı oluşturabilir. Ekonomik işbirliği yapabilen coğrafyalar… Yani mesela Amerika Birleşik Devletleri bir dünyadır. Farklı eyaletlerden oluşmuş bir dünyadır. Ya da ekonomik işbirliği yapabilen Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne dönüşmüş olan, bu aynı zamanda hem siyasi hem ekonomik bir dünya olarak tanımlanabilir. Ya da daha? NAFTA gibi ya da benzeri başka ekonomik toplulukları ifade edenlere de dünya diyebiliriz.
Bir de kültürel anlamda birbirine yakın hisseden, birbiriyle irtibat ve ilişki kuran dünyalardan bahsediyoruz. Belki bir tane daha var o da sanal dünya… Genellikle biz İslam dünyasından bahsederken zihin dünyamızda geçmişe bir takım referanslar yaparak sanal dünyadan bahsettiğimizi söylememiz gerekiyor. Yani kafamızda bir İslam dünyası var ve İslam dünyasını biz bir takım ilişkilerle kafamızın içerisinde bir araya getirip bir şekilde bunu bir dünya olarak değerlendiriyoruz.
Aslında İslam dünyasının genel durumuna baktığımızda bu anlamda kopuklukların olduğu, dünya olmakla birlikte, kopuklukların olduğunu var sayabiliriz.
İslam dünyası diye baktığımız coğrafyadaki sistemlere bakıyoruz. Sistemler ilişki kurmaya imkân sunuyor. Eğer sistemler arasında bir takım uyumluluklar ya da farklılıklar varsa, bunlar ayrışmayı ya da uyumluluğu bir araya getiriyor. Bizim en yakın tarihimize baktığımız zaman, klasik coğrafyamızda, yani hem Selçuklular zamanında hem de özellikle Osmanlılar zamanında bir fiziksel bütünlükle sistem sağlanmıştır. Şöyle düşünün; Erzurum’dan, Muratlı’dan bir çürük elmayı atarsanız, Fırat’ı takip eder ve Basra Körfezi’nde onu bulabilirdiniz. Böyle bir coğrafyadan bahsediyoruz. O yüzden biz çok daha sanal dünyamızda zenginleşiyoruz.
Ama gerçekte bugün böyle değil. Çünkü Erzurum’dan Basra Körfezi’ne kadar inerken bile daha genişini düşünelim onlarca farklı sistemle karşılaştığımızı görebiliyoruz. Bugün Türkiye’nin Suriye meselesi veya Suriye’nin Türkiye ile olan problemlerine baktığımızda bir sistem meselesi, bir ayrışma meselesi olduğunu görebiliyoruz.
Bugün İslam dünyasın son yüzyıldaki yapılarına baktığımızda seçim veya seçime benzer sistemler oluşturmak suretiyle adına cumhuriyet denilen sistemler var. Krallık ya da emirlik gibi sistemler var. İslam dünyası çevresinde İran ve Pakistan örneğinde olan cumhuriyet, ama diğer cumhuriyetlerden farklılaşan yapılar var. Dolayısıyla bu farklılık tabii olarak aynı zamanda hem siyasette ahlak üretiyor hem de bunların sokağa yansıması farklılaşıyor.
Ekonomik olarak dünyaya baktığımızda, sabahleyin ifade edildi, geri kalmışız aslında… Ama gelişmekte olan ifadeleri kullanılıyor. Aslında bundan ziyade tüketim ekonomisi demek lazım. Yani ne geri kalmış ne gelişmekte olan bir yapı. Çünkü kaynakları çok zengin bir coğrafya, ama üretimde çok geride olan bir yapı… Şöyle düşünün; hepimizin evinde birçok ürün var.
Mesela Suudi Arabistan yapımı buzdolabı kullanan var mı? İran yapımı tansiyon ölçme cihazı kullanan var mı? Ya da klimamız Suriye’den mi geliyor? Buraya gelirken kullandığımız araçlardan hangisi herhangi bir İslam ülkesinde üretilmiştir? Bu sorular o kadar çok problemler içeren bir şey ki ajitasyon da içeriyor. Dün akşam bu saatlerde bir itiraz gelmişti, haklı bir itiraz… Ama başka çaremiz yok. Bir dinleyici ‘Yeter artık! Hep problem problem diyorsunuz, bıktık problemlerden’ demişti. İşte asıl bizi ayrıştıran nokta bu…
Bindiğiniz aracın markasına bağlı veya o aracı üreten ülke ile biz kültürel ve ahlaki bir ilişki kuruyoruz. Kullandığımız çamaşır makinesi ya da buzdolabı veya diğer araçlarla birlikte onu üreten ülkelerle bir ahlaki ilişki kuruyoruz. Bunun farkında değiliz. Sonra onlardan vazgeçerek diyoruz ki, ‘İslam dünyası diye bir dünya var ve bu biz dünyayı ümmet düşüncesiyle ihya edeceğiz.’
Bu topraklarda çok dile getirildi… İslam dünyasının bir yozlaşma kültürünün elinde olduğunu görüyoruz. Tüm kaynağımız ve referansımız büyük ölçüde tektir. Yani bir referans var; Kur’an, hadis ve kısmen Kur’an ve hadisin çevresindeki gelenekler… Fakat burada farklı kültürlere, özellikle mağrur söylemlere dökülmüş, riyakâr bir kültür sistemi oluşmuştur. Bunu çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Bu riyakârlığımız o kadar farklı bir noktaya geliyor ki, bizim ahlakımızı da şekillendiriyor. Yani siyasetle olan ilişkimizi şekillendiriyor. “
Prof. Kurşun’un konuşmasının diğer bazı satır başları şöyle:
-Veda Hutbesinde, “Irkçılık ayaklarımın altındadır” denmesine rağmen, “senin ırkın, ulusun, benim kabilem, ülkem” haline gelmiş durumdayız.
-Müslümanların bugünkü durumlarının böyle olmasında:
1-Dini bilginin tekrar edilmesi, ama uygulanmaması problemi,
2-Geçmişte tekrar edilen naslarla bugünün sorunlarını nasıl halledeceksiniz?
3-Ahlakın belirli davranışlara indirgenmiş olması,
-Yönetici ve yönetilen sınıflarının oluşması bugünkü problemlerin sebeplerindendir.
-Halka bireysel ahlak, itaat öğretilmeye çalışıldı, bunlar Kur’an’a ve sünnete dayandırıldı.
-Sorgulama yasaklandı.
-Çatışma kültürünü destekleyen bir yapı oluşmaya başladı.
-Selam verdiğimiz insanların kısıtlı sayıda olması, sadece tanıdıklarımız, akrabalarımız, çıkarlarımıza uyan insanlara selam vermemiz davranış bozukluğudur.
-5 vakit namazını kılan kardeşimizin insan hakları konusunda bir sözü olmayışı…
-Camiye girerken birbirimize karşı çok saygılıyken, camiden çıkarken ayakkabımızı alamıyoruz.
-Kadın ve çocuk konusunda bir sokak ahlakı geliştirmedik.
-Bugün herkes kendine göre “benim dediği” bir kadın ve çocuk ahlakı geliştirmiş.
-Herkes, hepimizden daha fazla İslami bilgiye sahipken evdeki hizmetçisini insan olarak görmüyor.
-Hükmün galibin olması fıkıh haline getirilmiştir.
-İhyacı değil, inşacı olmak zorundayız, eğer ihya mümkünse hepimiz ölmüş geçmişlerimizin ihyasını konuşmalıyız. Ama inşa mümkündür. Biz geçmişimizle harç yapıp ihya edeceğiz, ama harç tek başına yetmez.
-Kadınlar için, erkeğe sürekli muhtaç olması algısı hemen değişmesi gereken sokak ahlakıdır.
-Bilgi her zaman masum değildir, ama bilginin İslamileştirmesi tuzağına düşmemeliyiz.
-Tartışmalarda ayet ve hadislerin tartışılmasının gereksiz olduğunu düşünüyorum, çünkü onlar zaten son sözdür.
“Siyaset ve Hakikat Arasında İnsan Olmanın İmkânları” başlıklı VI. Oturum Prof. Zekeriya Kurşun’un konuşmasının ardından sona erdi.