Oturum Başkanı: Doç. Dr. Mahmut Çınar

  • Din Ahlak İlişkisi Sorunu:
    Tayyip Elçi
  • Samimiyet, Sorumluluk ve Hakkaniyet:
    Şefik Sevim
  • İktidar, Güç ve Para:
    Ramazan Kayan

12. Anadolu Buluşması’nın IV. OTURUMU “Modern Ahlak Anlayışının Temel Meseleleri” üst başlığıyla yapılırken, oturumda; Tayyip Elçi, Şefik Sevim ve Ramazan Kayan Hoca birer sunum gerçekleştirdi.

12. Anadolu Buluşması’nın IV. OTURUMU “Modern Ahlak Anlayışının Temel Meseleleri” üst başlığıyla 3. gün saat 21.00’da yapıldı. Doç. Dr. Mahmut Çınar’ın yönettiği IV. Oturumda; Tayyip Elçi “Din Ahlak İlişkisi Sorunu”, Şefik Sevim “Samimiyet, Sorumluluk ve Hakkaniyet”, Ramazan Kayan da “İktidar, Güç ve Para” başlıklı birer sunum gerçekleştirdi.

Selamlama konuşmasıyla IV. Oturuma başlayan Doç. Dr. Mahmut Çınar konuya giriş babında şunları söyledi:

“Bu oturumda, belki de çağımızın en önemli problemlerinden biri olan ahlak konusu konuşulacak. Ahlak bir problem haline geldi maalesef. Özellikle kendilerini dindar olarak tanımlayan, mümin olarak, Müslüman olarak tanımlayan çevreler tarafından… Dolayısıyla bu konu üzerinde konuşacağız.

Dinin asli kaynaklarına baktığımız zaman, Kur’an’a baktığımız zaman, Resulullaha baktığımız zaman dinin ahlaktan ibadet olduğunu görüyoruz. Eğer bir dindarlık neticede ahlaki bir sonuç vermiyorsa o problemlidir. Bu nedenle, insanlığın yüz akı ‘din nedir’ diye sorulduğu zaman, üç defa üst üste; ‘din nasihattir’ diyor. Bu, bizim anladığımız anlamdaki nasihat değil, samimiyettir. Daha doğrusu dürüstlüktür, dürüst olmaktır.

Ahlaklı olmak, başka insanların menfaatlerini kendi menfaatimizden öncelikli tutmaktır. Ahlak demek, kendi dindarlığımızın sağlamasını yapabileceğimiz bir yöntem demektir.

Bireysel ahlak çok önemli, bireyin kendi ahlakı çok çok önemli… Ama aynı zamanda kurumsal ahlak da önemlidir. Bireysel kibir kötü olduğu gibi kurumsal kibir de kötüdür. Mesela bir insan kendisini büyük görmüyor, ama mezhebini büyük görüyor. Kendisini büyük görmüyor, ama partisini büyük görüyor. Kendisini büyük görmüyor, ama vakfını, derneğini, memleketini, köyünü, aşiretini büyük görüyor. İşte biz buna kurumsal kibir diyoruz. Bunu bütün ahlaki ilkelere uyarlayabiliriz. Şu an belki modern dönemde dindarlar arasında karşılaştığımız en önemli eksiklik budur, kurumsal ahlak…”

Din, bir ahlak sistemidir

Oturum başkanı Doç. Dr. Mahmut Çınar bu girizgâhtan sonra ilk sözü medrese müderrisi Tayyip Elçi’ye verdi. Elçi, “Din Ahlak İlişkisi Sorunu” başlıklı sunumuna “din nedir” sorusuyla başladı ve konuyla ilgili şu hususlara değindi:

“Konumuz din ve ahlak olduğuna göre önce ‘din nedir’ diye sormak istiyorum. Bu hafta sonu Sivas’ta âlimler toplantısındaydım. Orada, bir oturumun konusu ‘ehli sünnetin tarihi’ idi. ‘Ehli sünnet nedir’ diye ortaya bir soru atıldı. Ben orada yine itiraz ettim. ‘Ehli sünnetin tarifinden önce İslam nedir, din nedir’ sorusunu soralım dedim. ‘Bunun bir tarifini yapalım’ dedim. Çünkü toplumda, hem özelde ülkemizde hem genelde ümmet coğrafyasında âcizane benim kanaatim odur ki, Din (İslam’ı kastediyorum) tasavvurumuzda bir sıkıntımız var.

Bu sıkıntıyı Gazali’ye nispet edilen bir hikâye ile somutlaştırmak istiyorum. Ortaya bir fil konur ve etrafında 4-5 âmâdan tanımlanması istenir. Herkes el yordamıyla fili inceler. Kimisi filin hortumunu, kimi ayağını, kimi kulağını tarif eder. Bunların hepsi doğrudur, ama herkes kendi tasavvuruyla tanımlamıştır. Din de böyledir. İnsan kendi düşüncesindeki tasavvuruyla dini tanımlar. Kimisi için din bir ideolojidir. Kimisi dini bir hukuk ya da ekonomi doktrini olarak tasavvur eder. Din tasavvurumuz da bu şekildedir.

Şimdi bizim de din tasavvurumuz bu şekildedir. Kimisi dini itikada ve inanca indirger. ‘Kul ile rabbi arasında, herkesin kalbinde, zihninde bir inançtır’ der. Yani hayatında hiçbir karşılığı yoktur. Kimisi inançla birlikte bunu ibadete indirger. Yani günlük ibadetlerini, namazını, orucunu, haccını, zekâtını yapıyorsa görevi bitmiştir diye düşünür.

Kimisi insanlarla sosyal ilişkilerin iyiyse, kimseye bir zararın yoksa, komşularla, insanlarla güzel bir muamelen varsa en iyi dindar sensin diye zanneder. Din tasavvurumuz maalesef bu şekildedir. Ancak din bunlardan sadece biri değil, bütün bunların ve daha zikretmediğimiz şeylerin mecmuasıdır.”

Tayyip Elçi konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Elbette ki önce din inançtır, itikattır. Resulullah (sav)’in bize getirdiği gayp âlemine dair, şuhud âlemine dair ne varsa sorgusuz sualsiz iman etmek ve teslim olmaktır.

İkincisi, elbette ki sadece itikatla işimiz bitmiyor. Yüce Allah’ın bize farz kıldığı bazı ibadetler var. İlk akla gelen namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, dua gibi günlük ibadetlerimizi yerine getirmektir. Bu da dinin hayata belki de sembolik bir şekilde ortaya konmasıdır. Bununla işimiz bitmiyor, din aynı zaman da ahlaktır. Müslüman kendi ailesiyle, komşularıyla, akrabalarıyla, diğer Müslüman kardeşleriyle, diğer insanlarla hatta diğer canlılarla hatta doğayla nasıl bir muamele yapacağına dair Rabbinin kendisine gönderdiği emirlere ve yasaklara uymak durumundadır.

O zaman din, bir ahlak sistemidir. Din aynı zamanda beşeri ve sosyal ilişkilerdir. Din aynı zamanda sosyal hayat ve ilişkilere müdahil bir sistemdir. Din aynı zamanda bir ekonomi doktrinidir. Yani bir Müslüman alışverişini, ticaretini, imalatını, tüm ekonomik işlerini dinin emir ve yasaklarına uygun yapmak zorundadır.”

Ahlak, imanla ilişkilendirilmiştir

Tayyip Elçi’nin konuşmasının bazı diğer satırbaşları şöyle:

-Din aynı zamanda bir hukuktur. Müslümanlar aile, miras hukuku konularında İslam’ın getirdiği kurallara uymak zorundadır.

-İslam aynı zamanda bir devlet nizamıdır. Bir izm’e, ideolojiye indirgenmemesi lazım. İslam’ın aynı zamanda bir devlet sistemi olduğu unutulmamalıdır.

-İslam aynı zamanda bir cihaddır. Allah’ın gönderdiği bu mübarek mesajı diğer insanlara ulaştırma hususunda herkes gücü nispetinde canıyla, malıyla, elinden gelen tüm çabayı ortaya koymak zorundadır.

-İslam hayatın tümünü kuşatan, her hal ve hareketimize dair hükümler koyan, doğumumuzdan ölümümüze kadar her düşünce, söz ve eylemimize dair hükümler koyan ve onlara uymamızı emreden bir dindir.

-İslam aynı zamanda diğergamlıktır. Sadece kendini kurtarmaktan sorumlu değildir.

-Bu saydıklarımızın biri veya birkaçı değil, bunlarla birlikte sayamadığımız maddelerle birlikte hepsini içeren bir mecmuadır.

-Buraya kadar İslam deyince ne anlamamız gerektiğini anlattık. Böyle bir sistemin ahlakı göz ardı etmesi söz konusu olamaz.

-Din, ahlaktır.

– Ahlak, imanla ilişkilendirilmiştir. Onun için Resulullah (sav); “İmanı en mükemmel olan ahlakı en güzel olandır” diyor. Sizden birisi kendisi için istediğini Müslüman kardeşleri için istemedikçe gerçek manada mümin olamaz. Gerçek Müslüman olabilmek için, hakiki imana sahip olmak için Allah Resulünün bize öğrettiği şekilde güzel ahlak sahibi olmalıyız.

-Kur’an’da ahlakın ‘namaz, oruç’ gibi temel ibadetlerle birlikte sunulduğunu görüyoruz. Namaz ne kadar önemliyse ahlak da o kadar önemlidir. Namazı terk etmek ne kadar kötüyse ahlaktan vazgeçmek de o kadar kötüdür. Sosyal hayatla ilgili ibadetler ferdi ibadetlerden daha önemlidir.

-Hz. Peygamber, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor.

-Her şey zıddıyla anılır. Kur’an’da ‘kötü ahlak’ da bir o kadar fazla anlatılmıştır. Kötü ahlak nifakla, zulümle anılmaktadır.

-İslam gibi bir dine sahip insanların bulunduğu toplumda ahlaksızlığın olmasının sebepleri ne olabilir:

İndirgemeci, dar bir İslam anlayışı… Birçok sorunun temelinde bu olduğu gibi ahlak sorununda da bu söz konusu…

Ferdi olarak dinin kendine yettiğinin sanılması,

Bildikleriyle amel etmeme,

Devlet yönetiminin ahlaka önem vermemesi ve halkın devlete bakışı… Devletin kusurlarını görmezden gelmesi de halkı ahlaka tenezzül ettirmez.

-Ahlakın önünde bu kadar engel varken, bir de müfsit güçler yozlaştırmak için çalışmaktadır.

Hakkaniyet, Allah’ın sünnetine uymaktır

Medrese müderrisi Tayyip Elçi’nin konuşmasını bitirmesinin ardından Oturum başkanı Doç. Dr. Mahmut Çınar kısa bir değerlendirme yaptı ve daha sonra, “Samimiyet, Sorumluluk ve Hakkaniyet” başlıklı sunumunu yapmak üzere sözü din kültürü öğretmeni Şefik Sevim’e bıraktı.

Şefik Sevim’in konuşmasının satırbaşları:

-Konfüçyüs’e göre; hayatın, ateş ve su kadar gerekli olan erdemin özünde samimiyet vardır. Samimiyet olmadığı vakit toplumlarda güven oluşmaz.  Dolayısıyla bir kavmin, bir halkın, bir milletin, bir toplumun, bir kitlenin; bizi, bizim mesajlarımızı, bizim değerlerimizi, bizim endişelerimizi anlayabilmesinin tek yolu güvenden geçer. Güven olmadığı yerde samimiyet de yoktur. Eğer samimiyet yoksa güveni oluşturmamız çok zordur.

-İslami camialarımızın öncelikle birbirlerine karşı samimi olmaları gerektiğini düşünüyorum. Biz birçok hesapları, çabaları, gayretleri işlerken sanki hayattan kopuyoruz gibime geliyor.

-Samimiyet her şeyden önce mütevazılıkla son derece ilintili olan bir kavramdır. Aslında samimiyetin meyvesi de kökü de mütevazılıktır.

-Modern insanın algısında, samimi insan adeta saf, kullanılmaya müsait gibi algılanır. Bu algı bizim mahallede birinci derecede aşmamız ve kırmamız gereken bir algıdır.

-Havarilerin İsa Mesih’e sordukları soru anlamlıdır. ‘Samimi amel nedir’ diye soruyorlar. İsa Mesih diyor ki; ‘katıksız ameldir.’

-Samimiyet, her şeye ve herkese karşı dürüstlüktür. Bu kendi dışımızda, ilişkilerimize ve hukukumuza kadar yansıyabilir. Zaten hakkaniyet kelimesinde de işleyeceğiz. Bu anlamda birbiri ile ilişkisi olan iki kavramdır.

-Duyarsızlaşma veya insanın kanıksama hastalığı samimiyet sermayemizi eriten en önemli sorundur. Dolaysıyla samimiyetsiz gayretler ne kadar anlamsızsa, gayretsiz samimiyetler de bu kadar anlamsızdır.

-Çalışmalara dalıp toplumumuzun dertlerini unutmamalıyız. Yetimler hakkında çokça çalışma yapan insanların bir yetime bile dokunmadığını görüyoruz.

-Müminler olarak hakkaniyet ölçüsünden asla vazgeçmeden savaşımızda bunu oturtmamız gerekiyor.

-Hakkaniyet aslında evrenin sağlığıdır.

-Hakkaniyetten alıkoyan şeylere karşı Rabbimiz bizi uyarıyor.

-Hakkaniyet, Allah’ın sünnetine uymaktır. Her vakayı Allah’ın yasasına ve insan fıtratına uyarlamamız lazım.

-Hâlâ insanlar ölüyorsa, nefret dili hâlâ susmuyorsa hakkaniyet anlayışımızı gözden geçirmemiz gerekir.

-Özelde hakkaniyeti yaşadığımızda toplumsal hakkaniyeti yerine getirebiliriz.

-‘Ahlaki olan insani olandır’ dedik, ahlak insanlığın ortak değeridir. Bu açıdan baktığımızda, insanlığın ortak mirası diğer dinlerde de varsa kaynaklanmamız gerekir.

-Birbirimize ne kadar tahammül ediyorsak o kadar insanız.

-İman ettikten sonra imar eden mümin, iman ettiklerini aklıyla temellendirir. İman her iki zıttaki delillerin eşitlenmesiyle mümkün olur. Aksi, mümkün olduğu halde teslim olduysanız iman budur.

-Bir söz vahye ne kadar uygunsa o kadar güzeldir. Bu İncil’de de diğer metinlerde de böyledir.

-Uyarıcıların azalması, peşimizi bırakmayan bir düşmanın sürekli var olması bizim hakkaniyetimizi azaltmak için en büyük nedenlerdir.

-Sorumluluğumuzu ifa, imanımızın gereğidir.

-Sorumluluktan kaçmak için mazeret üretmeyi bırakmamız lazım. Taşın altına elimizi değil, tüm vücudumuzu koymalıyız.

-Değişen süreçlerde değişmeyen sorumluluklarımız olmalı.

 Selam kesilirse Allah’ın rahmeti de kesilir

Din kültürü öğretmeni Şefik Sevim “Samimiyet, Sorumluluk ve Hakkaniyet” başlıklı sunumunu tamamladıktan sonra soru-cevap faslına geçildi. Soru-cevap faslından sonra Ramazan Kayan Hoca “İktidar, Güç ve Para” başlıklı sunumunu yapmak üzere sahneye davet edildi.

Ramazan Kayan Hoca, “Eskiler önce selam, sonra kelam demişler. Biz de selamla başlıyoruz” diyerek konuşmasına başladı ve özetle şunları dile getirdi:

-Allah Rasulü (s.a.v) efendimiz kardeşliğimizin tesisi için; ‘Selamı yayınız’ diyor.

-Bugün selamı bile birbirlerine çok gören ümmetin evlatlarıyla karşı karşıyayız.

-Şii ve Sünni dünyasına bakınız. Selamın esamesini görebilecek miyiz? Türk-Kürt ayrışmasını mercek altına aldığımızda, selama ne kadar muhtaç olduğumuzu görüyoruz.

-Arap-Acem çatışmasında selamdan mahrum kaldığımız için bir türlü sorunlarımızı kontrol altına alamıyoruz. Gelenekçi-yenilikçi ayrışmasında da yine selamsızlığın tüm hazin sonuçlarını görmekteyiz.

-Alim-aydın, mektep-medrese çekişmesinde de yine Allah’ın selamının nasıl esirgendiğini ve bunun ümmete maliyetinin faturasının ne kadar ağır bir biçimde döndüğünü görmekteyiz.

-Allah, Nisa Suresi 94. ayette; “Geçici dünya çıkarına heveslenerek, size Müslümanca selam verenlere, sen mümin değilsin demeyiniz” diyor. Bu ayeti yeniden, selamı yeniden gündemimize taşımamız gerekir.

-Selamı yaymamız lazım. Türkiye’nin doğusundan batısına, Erciş’teki Başak-Der’imizin Gelibolu’daki Umut-Der’imize bir selam için bin beş yüz kilometreyi, iki bin kilometreyi göze alması gerekiyor. Manisa’daki Mana-Der’imizin Şemdilli’deki derneğimize bir selam için yollara düşmesi gerekiyor.

-Güneysen kuzeye, kuzeyden güneye bir selam seferberliği başlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Selamın sükûnetine, sekinetine şiddetle ihtiyacımız var.

-Allah rızası için sadece birbirimize selam vermekle kalmayalım. Selamımıza muhtaç olan mazlumları, mağdurları, mahkûmları, muhtaçları unutmayalım.

-Tüm yeryüzü safında selamı yaymamız lazım. Eğer aramızda selam kesilirse Allah’ın rahmeti de kesilir. Hayatın bereketi de kalmaz. Mücadele ruhunu da kaybederiz. Bu bakımdan boşuna dememişler; önce selam sonra kelam.

-Şu günler, üniversite sınav sonuçlarının açıklandığı günler. Kazanan öğrencilere tebriklerimi sunarken, şunu demek istiyorum:

Üniversiteler imtiyaz alanı değil, ağır bir imtihan sürecidir. Nasıl bir sınava gönderdiğimizi tembih etmemiz lazım.

İslami sınavımızı üniversitede nasıl güzelleştirebiliriz, onu tembihlememiz gerekir.

Tek dünyası okul başarısı olan bir nesille karşılaşıyoruz. Fakat hayatın sonunda Allah’ın rızasını kazandıysak bizim için en büyük başarıdır.

Hesabını veremeyeceğimiz bir üniversiteden Rabbimize sığınıyoruz.

-Neleri terk etmemiz, nelere başlamamız lazım?

-İktidar döneminde imkânlarımız artıyor. İmkân arttıkça imtihan zorlaşıyor. Bir tarafta din adına yozlaşanlar, yobazlaşanlar, yalnızlaşanlar, yorgun düşenler çoğalıyor.

-Umut azlığı, ufuk darlığı mücadele ruhumuzu tüketiyor.

-Profesyonelleşiyoruz, fakat bizi biz yapan amatör ruhumuzu korumadığımız zaman enerjimizi kaybediyoruz. Tahammülümüz azalıyor. Mekân ve imkânlarımız büyürken iç dünyamızdaki zenginliği kaybediyoruz. Bir rüzgâr oluşturmadaki gücümüzün azaldığını görüyoruz. Maddi imkânlarımız artarken hevesimiz azalıyor.

-Dünya acı çekiyor, ama bu acılar sadece kötü insanların şerrinden değil, iyilerin sessizliğinden, sorumsuzluğundan… Dünya acı çekiyor, o zaman sadra şifa olacak cümlelerimizi yeniden kurmamız gerekiyor.

-Aliya; “Şükürler olsun ki, tarihe Allah hükmediyor. Bize elimizden geleni yapmak düşüyor” der.

-Bizim elimizden ne gelir?

-Elimizden bir şeylerin gelmesini istiyorsak, ellerimizin temiz olması lazım. Yüreğimizin, hayatımızın temiz olması lazım. Tıpkı Hz. Musa gibi Yed-i Beyzanız olursa tüm zamanların büyüsünü bozmaya gücünüz yetecektir.

-Hz. Yusuf gibi gömleğiniz temizse Allah Mısır’ın anahtarlarını size verecektir.

-Meryem gibi eteğiniz temizse ayaklarınızın altından nehirler akmaya başlayacaktır.

-Hacer gibi ayağımız temiz olursa zemzemler ayaklarımızdan fışkıracaktır.

-Bir şey daha var; el ele vermemiz lazım.

-O zaman Allah’ın eli onların elinde olacaktır.

-Allah ayette; “Sizin elinizle onları harap edecek” diyor.

-Biz Allah’ı ihmal etmezsek o bizi ihmal etmez.

-Müsait zamanların Müslümanlığıyla bu işler yürümez.

-Hayatımızı ona göre programlamamız, projelendirmemiz gerekir.

-Bilmeliyiz ki; gücümüz yetiyorken, yapmamız gerekenleri yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.

-Yeniden başlamak, birlikte yürümek için:

1-Güven: Özgüvenimiz tam olmalı ve birbirimize güvenmemiz gerekir. “Benden bir şey olmaz” ve “ben her şeyim” diyen iki kişi de ayak bağıdır.

Allah bize halifelik görevi vermişken, “benden bir şey olmaz” nasıl diyebiliriz?

Birbirimiz için günah çeteleleri tutmayacağız, af ile kucaklama yoluna gideceğiz.

2-Gönüllülük: İnancımız bizi bu işi içtenlikle yapmamızı öğütlediği için yapacağız.

21. yüzyıl Müslümanları olarak bu kutlu yürüyüşün hakkını kim verecek?

3-Gayret: Görev, gayreti gerektirir.

İç dinamiklerimizi yeniden bileyip harekete geçirmemiz lazım. Tüm imkânlarımız var. Kendimizi yeniden ikna edip aşmamız lazım.

-“Biz dövüldük şimdi sıra sizde” deme hakkımız yok.

-Gücü görünce, güce yaslanarak, güçle kendini kaybedenlerden olmayacağız.

-Bütün isyanlar, dünyayı sadece bu dünyadan ibaret sanmaktan kaynaklanıyor.

-Ölüm hep gözümüzün önünde olsun ki, arzularımıza yenik düşmeyelim.

-İnsanın ilişkilerini belirleyen, Allah’la olan ilişkilerimizdir.