ANADOLU BULUŞMALARI – 7
Turgay Aldemir
Allah’ın selamı, rahmeti bereketi hepimizin üzerine olsun. Rabbim hepinizin getirdiği o derin muhabbeti inşallah “Anadolu Buluşması”na dönüştürür. İçerisine düştüğümüz, iki yüz yılı aşkındır yaşadığımız fetretten çıkmak için bir vesile, bir umut, bir ışık kılar. Ve yeni bir ufuk kazanarak, kadınıyla erkeğiyle, yürek yüreğe tekrardan bu coğrafyadan, bu ana karargâhtan hareketle insanlığa adaleti ve merhameti yeniden tattırmayı Rabbim bizlere nasip eder. Az önce belirtildiği gibi Türkiye’de bu süreçler kolay gerçekleşmedi. Yüzyılı aşkındır yaşanan acı, gözyaşı ve duanın, binlerce annenin feryadının; yetim, yoksul, ezilmiş insanın umudu olarak ortaya çıktık. Onun için tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. İnsanlığın yeniden, imanın emniyet ve güveniyle buluşması gerekir. Mağdurun kimliği sorulmadan adalet, mazlumun dini sorulmadan özgürlük diyoruz.
Burada beş gün boyunca özgürlük ve adalet ekseninde seminerler, paneller, konferanslar gerçekleştireceğiz. Değerli ilim, fikir adamı, entelektüellerimizin bu konudaki tecrübelerini katılımcı bir meşveretle müzakere edeceğiz. Kafamızda oluşan bir kısım sorularımıza cevap bulurken, birçok yeni soru ve yeni dertle memleketlerimize dönüp, yeni çabalara girişeceğiz. Bu duygu ve düşüncelerle hepiniz tekrardan “Anadolu Buluşmaları”na hoş geldiğiniz, sefalar getirdiniz.
Anadolu Platformu, aile merkezli ve insan odaklı olarak çalışmalarına başladı. Bu süreç, neslin ıslahı arzın imarıyla devam etti. Aileye, çocuğa, gence, hayata dair her ne varsa bunlardan kendisini sorumlu saydı. Bu bağlamda “İnsanlığın Adalet ve Özgürlük Arayışı” üst başlığını geniş müzakereler ve dünyadaki birçok gelişmeyle paralel olarak bu yıl sempozyumumuza başlık seçtik. Birçok toplantı ve geniş katılımlı istişareler sonucunda içine düştüğümüz bir takım sıkıntıları aşmak adına zihni, kalbi ve insani birikimimizi ortaya koyarak tartışmak için bir araya geldik.
Küresel ölçekte faal olan siyasal ve ekonomik güçler, medya ve enformasyon merkezleri aracılığıyla yeni bir dünya inşa etme çabasında. Geçmişte olduğu gibi bugün de hile ve desise merkezleri çalışmalarına devam ediyor. İçinde bulunduğumuz bu yeni süreç sorumluluğumuzu bir kat daha artırıyor. ‘Azıcık aşım ağrısız başım’ diyemeyiz. Çünkü Hz. Peygamber, bizim önümüze bir ideal koyuyor: ‘Dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın ayağına diken batsa diğer Müslüman o acıyı hisseder.’ Bu çerçevede özel anlamda Müslümanların daha genel anlamda tüm insanlardan birinin ayağına diken batsa bu bizi ilgilendirir, ilgilendirmelidir.
Zulmün ve köleliğin, dünyayı değiştirerek sarstığı, yeni bir dünyanın küresel güçler tarafından inşa edilmek istendiği bir dönemde insanlık adalet ve özgürlük talep ederken, Müslümanların da bu mücadelede kayıtsız kalmadığını göstermek istiyoruz…
Özgürlüğün esaret, adaletin zulümle sıkça yer değiştirdiği dünyamızda daha kalıcı sözler sarf etmeli, daha esastan çözümler önermeliyiz. Küresel ölçekte faal olan, mahiyeti değişmeyen esaret ve zulmün yenilenen yüzüne karşı duyarlılığımızı her dem korumalıyız. Zira yaşanan hak ihlallerine, hukuksuzluklara, kısıtlamalara ferdi, fevri, günü birlik çözümler, durumu kurtarmaya dönük bürokratik dille verilmiş cevaplar saman alevi misali hızla yanıp sönüp gitmektedir. Bu durum acı bir gerçek ama ülke sathında farklı siyasi yelpazede yer alan birçok camianın bu hali yol ve yönteme dönüştürmüş olduğuna da şahitlik etmekteyiz.
Ülkemizde Kürt meselesi her gün canımızı yakmaya, yüreğimizi sızlatmaya devam ediyor. Alevi meselesi, Ermeni sorunu, Müslüman çoğunluğun hala Müslüman coğrafyada giderilememiş birçok hak ve hukuk ihlalleri var. Sivas mağdurlarının dosyasının hala açılamıyor olması, Başbağlar’da yaşanan katliamın kapalı kapılar arkasında konuşuluyor olması, İstiklal Mahkemeleri gibi kapağı kaldırılmamış birçok zulmün, haksızlığın, adaletsizliğin aslında çözüm adresi biziz. Dünyanın her yerindeki haksızlığa ve adaletsizliğe başkaldıracağız, mazlumlara destek olacağız. Bilinmelidir ki hak ve özgürlük mücadelesi, insanlık tarihi kadar eskidir; hiç kimse meşru hak ve özgürlük arayışı karşısında duramaz. Toplumsal, siyasal ve hukuksal meşruiyete dayanan haklar sonsuza kadar engellenemez. Zulüm ile abad olunamaz.
Bu anlamda, içinde bulunduğumuz ocağın oluşmasında derin emeği olan saygı değer Hocamız Zeki Şengöz ve Fahri Memur kardeşimizin dünyaya adalet ve özgürlük götüren bir ülkede fikirlerinin değil bedenlerinin tutsak ediliyor olması yüreğimizi burkuyor. Bu durumun ortadan kaldırılması için her birimize ayrı ayrı sorumluluk düştüğünü ifade etmek gerekiyor.
Evimizde, eşiğimizde, işyerimizde ve yaşam ortamlarımızda adalet ve özgürlük hususunda büyük sorunlar yaşanıyor. Onun için özgürlük ve adalet mücadelesinin öncelikle evimizde başlaması gerekir. Oradan işimize, mahallemize, sokağımıza, akrabamıza, komşumuza bir ışık, bir umut, bir numuney-i imtisal oluşturması gerekiyor. Adalet ve özgürlük, bulunduğumuz her yerde hayat bulmalıdır. Bu konuda yapılacak çok şey var.
Bizler dinlerin, ırkların, kültürlerin meşru olan değerlerini kendi kültürü içinde rahat yaşayacağı bir dünya oluşturma çabasındayız. Bu idealimizi güçlendirerek sürdürmemiz gerekiyor. Toplumun bir kesimi veya kendimiz için değil; tüm kesimler için adalet ve özgürlük istiyoruz ve istemeliyiz. Başkasının hakkını, hukukunu ve özgürlüğünü savunduğumuz ölçüde biz de özgür olabilir ve özgürlükten yana olduğumuzu söyleyebiliriz. ‘Tek kişi dahi zulme uğruyorsa, hiç kimse özgür değildir!’ düsturunu canlı tutmalıyız.
Adalet ve özgürlük kavramının kendi dünyamızda ayrı bir serencamı var. Adalet ve özgürlüğün son iki asırda, modern dünyadaki yeri ve tanımlaması farklılaşmış, insanın sadece beşer yönü, bedeni merkeze alınır olmuştur.
İnsanın maneviyatını, adem oluşunu, yani adam oluşunu dikkate almayan yaklaşımlar ciddi anlamda sorunludur. Müslüman camianın önde gelenlerinin bir kısmının adalet ve özgürlük kavramına yaklaşımında görülen hatalı, basiretsiz yaklaşımları, sorunun daha da derinleşmesine yol açmıştır. Özürlü, ödünç ve ithal özgürlükler, sorunlarımızı sahici biçimde çözmeyecektir. Özgürlük anlayışımız tevhid ve takva ile temellendirilmiş nitelikte olmalıdır. Özgürlüğü taşıyabilmek için selim bir kalp, selim bir akıl, selim bir duyarlılık lazımdır. Adanmışlık ve aşk yoksa özgürlük de yoktur.
Özgürlüğün, var olmayla başlayan bir hak olduğunu, bu hakkın bazı mihraklara, seçkinci zümrelere endekslenemeyeceğini, devletlerin sadece bu hakları koruması ve kullanılmasını teminat altına alması gerektiğini yüksek sesle dillendirmemiz gerekiyor. Adalet, siyasi iktidarın inisiyatifine bırakılan bir alan olarak görülemez.
Din ve vicdan özgürlüğü tüm hak ve özgürlüklerin anasıdır. İnanma, öğrenme, yaşama, anlatma ve yayma hakları kısıtlanamaz, sınırlandırılamaz. Adalet ve özgürlük anlayışında meydana gelen yapısal kırılma, bilinç yaralanması, ancak ve ancak hazreti insanı merkez almakla aşılabilir. Bunu da en iyi ifade eden Hz. Muhammed (a.s)’in; ‘Kendisi için istediğini din kardeşi için de istemeyen gerçek mümin olamaz, gerçek mümin olmadan da cennete girilemez’ buyruğudur. İslam evrensel, çağlar üstü mesajlara sahiptir. Bundan dolayı da İslam’da tek tipçilik yoktur ve farklılıklar ayrılık nedeni olarak görülmez; bir yerde insanlar birbirlerine benziyorsa orda aslında hiç kimse yoktur.
Bunun için konuyu bize en iyi kavratabilecek ilahi vahyi merkeze alan, hayatın içinden okumalar yapmalıyız. Sadece okumakla yetinemeyiz. Vahyi ete, kemiğe büründürmeli Peygamberi çağa yeniden taşımalıyız. Temel referans kaynaklarımıza dayanarak insanlığın evrensel birikiminden yararlanmalı ve yeni bir paradigma oluşturmalıyız.
Yeni dünya adalet, ahlak ve eminlik üzerine bina edilmeli; emek, erdem ve edep ile bunun gerçekleştirilmesi için çalışılmalıdır.
Bu anlamda sözümüzü kalıcı kılmak için adımlar atmalı; sahici, uzun soluklu değişim ve dönüşümlerin yaşanması için çabalar ortaya koymalı, teorik olandan çok, yaşanan hayata temas etmeliyiz. Adalet ve özgürlükler adına çok şeylerin söylendiği coğrafyamızda konuşulanlar toplum vicdanında makes bulmalıdır.
Sahih bilgi, sağlıklı iletişim ve salih amel ile ailelerimizde oluşturduğumuz uygulamalarla, özgür bireyler olarak birbirimizi tamamlayıp geliştirerek, örnek aile modellerini ortaya koyabiliriz. Sorumlu birey olunmadan özgür bireyler olunamaz. Hiç kimse her istediğini yapma hakkına sahip değildir. Özgürlüğün sınırı bir başkasının hakkının başladığı yere kadardır.
Dinlerin, etnik yapıların, kültürlerin meşru olan değerlerini, kendi kültürü içinde rahatlıkla yaşadığı bir dünya oluşturma çabasında olmalıyız.
Bölmeye çalışan, birbirimizi dışlamaya teşvik eden unsurlara rağmen birliğimizi, beraberliğimizi ön plana çıkaran bir bilinç ile bu toprakların inşa edici dinamiği olan İslam’ın diriltici soluğuyla adil ve özgür bir gelecek kurabiliriz. Özgürlük; dilemek ya da dilenmekle değil, direnmekle elde edilir.
“anadolu platformu” bu amaçla, küçük harflerle başlayan, ancak; yalın cümlelerle topluma kalıcı sözler söyleme çabasında olanların ocağıdır. Bu ocağın ateşinin sönmemesi için herkes sorumluluk sahibidir.
Yeni dünya adalet, ahlak ve eminlik üzerine bina edilmeli; emek, erdem ve edep ile bunun gerçekleştirilmesi için çalışılmalıdır.
Bu konuda sadece okumak, etmek, yapmak gibi kelimeleri kullanmakla kalmadığımızı camia olarak halihazırda bunları yaptığımızı, yapmaya gayret sarf ettiğimizi de gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Aklıselim ve teeni en önemli davranış biçimimiz olmalıdır. Platform olarak biliyoruz ki, tarlada izi olmayanların harmanda yüzü olmaz. Bizler bizatihi kendimizi özgür fertler olarak yeniden inşa etmeliyiz ki bu konuda söyleyecek sözümüz çevremizde, ailemizde, toplumumuzda yankı bulsun.
Çalışma stratejimiz olan katılımcı meşveret ve kurumsal önderlik kapsamında her insanımızın taşın altına elini koymasını sağlamalıyız. İçimizdeki şeytana ve dostlarına karşı adalet ve özgürlük mücadelesini ancak bu şekilde canlı tutabileceğimize inanıyoruz. Bunun için hepimizin ideali olan cenneti öncelikle yaşam alanlarımızda kurmalıyız. Evimizde, sokağımızda, mahallemizde, köyümüzde kasabamızda, ilçemizde, ilimizde, vakfımızda, derneğimizde, işyerimizde bu vasıflarla var olmalıyız ki sahici, uzun soluklu değişim ile dönüşümlerin hizmetkârı olabilelim ve bu yürüyüş akim kalmasın. Sorunlarımızın çözümünde ortaya koyacağımız çabalar gerçek hayata temas etmezse, günü birlik gelişmeler bizi savurur ve çıktığımız noktadan başka bir noktaya savrulmuş oluruz.
Anadolu Platformu olarak kendimizi ifade ettiğimiz zeminlerde, gündeme getirdiğimiz projelerimizle toprağa bir tohum atıyoruz. Bu tohumun toprakta hayat bulması ve orada yeşermesi Rabbimizin izniyle gerçekleşecektir. Bize düşen bu sorumluluklarımızı yerine getirmektir. Gerisi her şeyi görüp gözetene aittir. O ki kendisine kul olmakta özgür kaldığımız ve biz kullarına karşı adil olan tek sığınağımızdır. Ve yine biliyoruz ki O ne eylerse güzel eyler.
Özellikle aileye, çocuğa, yetime, gençliğe, eğitime, üretime, tüketime, paylaşıma, kültüre, sanata ve benzer alanlara dair çalışmalarımızla, on binlerce insanımızla beraber yeni bir özgürlük, adalet ve merhamet dalgasının oluşması ve yeniden insanlığın onurunun ayağa kalkması ve kardeşlerimizle aramıza çizilmiş duvarların, sınırların kalkıp onlarla kucaklaşmak için çabalamaktayız.
Son iki yıl zarfında halkı Müslüman olan ülkelerde meydana gelen adalet ve özgürlük arayışının serencamı, çok yönlü bir sorun olarak önümüzde durmakta ve doğru analizler gerektirmektedir. Arap baharı ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim süreci Ortadoğu’da egemen olan siyasal rejimlerin kimi yerlerde devrilmesine, kimi yerlerde de sarsılmasına neden oldu. Bu sürecin bölgenin jeopolitik yapısında köklü değişikliklere yol açacağı kesin. Olan biten hadiselere karşı elbette duyarsız kalamayız. Neden bu coğrafyalarda bu türden olaylar art arda meydana gelmekte ve neden bu coğrafyalardaki siyasal iktidarlar ana başlığımız olan iki kavramın merkezini teşkil etmektedir? İslam düşünce tarihinin bu bahisteki vebali nasıl izah edilebilir? Zulmün doğasında olan karanlıkla karartmanın ketmettiği adaletin aydınlık yüzü ve diriltici soluğu nasıl gün yüzüne çıkarılabilir? İlmin namusuna sadakat yerine siyasal iktidarlara sadakatle yapılan muharref yorumlar nasıl ifşa edilebilir? Özellikle son günlerde komşumuz Suriye’de bir kısım ilim adamlarının zalimlerin etrafında saf bağlaması nasıl izah edilebilir?
Bu ve benzeri bir dizi soru ile bu konunun aydınlatılması gerekir. Özellikle İslam dünyasındaki ve son yıllarda özgürlük ve adalet adına başlayan iktidar mücadelesinin evrildiği konuda da ülkemizdeki hükümet politikalarının güvenlik koridoruna kaymış olması zaman zaman bize 40’lı 50’li yıllardaki Tek Parti Dönemi’ni çağrıştırmaktadır. Bu konuda da sivil toplum olarak söylemimizi ve duruşumuzu eylemimizle canlı tutmamız gerekir.
“anadolu platformu” bu amaçla, küçük harflerle başlayan, ancak; yalın cümlelerle topluma kalıcı sözler söyleme çabasında olanların ocağıdır. Bu ocağın ateşinin sönmemesi için herkes sorumluluk sahibidir.
Elimizdeki imkanlar ve fırsatlar bizlere ahlaki sorumluluklar yüklemektedir. Olağan üstü tarihi bir süreçten geçiyoruz. Dünyada olup bitenleri kendi zihin dünyamızda anlamlı bir zemine hala oturtabilmiş değiliz. Hâlihazırda bu durumu karşılayacak derinlikli, anlamlı çalışmaları maalesef -Müslüman dünya olarak- gerçekleştirebilmiş de değiliz. Öncelikle sorunumuzun ne olduğu ve nasıl bir zeminde bulunduğumuzu, nereden tartışmaya başlamamız gerektiğini belirlemek gerekiyor.
İslam dünyasında, Türkiye’de ve Suriye’de yaşananlar sadece bir kesim insanın sorumluluğu olarak görülemez. Suriye’de yaşananlar sadece Suriyelilerin de sorumluluğunda olamaz. Bu, aslında bir neslin imtihanıdır. Bu yaşadığımız, tarihin nöbet değişimine şahitliktir. Ve artık bu bildiklerimizin, ahlaki bir sorumluluğu var. Ahlaki bir müdahale gerekiyor. Çünkü Allah Resulü şöyle buyuruyor: “Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle düzeltsin. Ve işte bu, imanın en düşük mertebesidir.”
İslam dünyasında daha özelde Suriye’de yaşanan gelişmeler topraklarımızda normalin üstünde bir hissedilirliğe sahip. Hiç kimse meşru görüntülü gerekçelere sığınarak, onları abartarak Baas terör devletini ve zulmünü kabullenmemizi beklemesin. Suyun akış yönünü kimse değiştiremez. Biz hiçbir rejimin bekası için, hiçbir mazlumun ölümünü görmezlikten gelemeyiz. Hiçbir iffetin kirletilmesine göz yumamayız. Kim olursa olsun zalimin karşısında, mazlumun yanında yer alırız…
Unutulmamalıdır ki, Ortadoğu’daki tüm rejimler, İngiltere ve Rusya’nın I. Dünya Savaşı’ndan sonra anlaşmaları ile kurulmuştur. Aslında başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, İran, Mısır, Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve sair devletçikler, İslam ümmetinin mülküne kondurulmuş birer gecekondu yapıdan ibarettir. Kurulan bu düzenin temeli petrolün ve ticaret yollarının kontrolüne yöneliktir.
Son 300 yıldır insanlığa musallat olan Batılı emperyalist devletlerin ve barbar halkların politikaları bizlerin düşmanıdır. Batılıların işbirlikçisi bölgedeki gayri meşru yapı olan Siyonist İsrail, Müslüman görünümlü kukla yönetimler, her tür emperyalist politika bizim düşmanımızdır. Bunlar şeytanın yandaşlarıdır ve hiç bir Müslüman bu şeytanlarla dost olamaz. Yahudilerin ve Fransız masonlarının Katolik kilisesinin hegemonyasını kırmak ve pazar oluşturmak için icat ettiği milliyetçilikler ve bunların doğal sonucu ulus devletler de şeytan işi rejimlerdir. Bunlara bir kutsiyet ve meşruiyet atfedilemez. Kardeşlerimiz arasında etnik temelde sınır çizen her formül, aslında şeytan işidir ve düşmanımızdır.
Bizler geçen yüzyılın başında, emperyalistlerle girdiğimiz mücadelede İslam dünyası olarak sorunlar yaşadık. Birçok çürümüşlük vardı. Yenilenemedik. Akif’in deyimiyle, asrın idrakine sunamadık değerlerimizi… Emperyalistler bizi gafil avladı. Savaşın birinci muharebesini kaybettik. Fakat savaş bitmiş değil… Yeni bir muharebe yaşıyoruz ve biz bunu Allah’ın izniyle, değerlerimizle kazanacağız. Değerlerimizin iktidarını yaşayacağız. Yoksa A, B, C ülkesi değil. Değerlerimiz dünyaya yeniden adalet ve merhamet taşıyacaktır. Daha önce bunu yapmıştık inşallah yine yapacağız. Yeniden vahyin ve İslam’ın evrensel mesajını, güvenini, mutluluğunu, huzurunu ve adaletini tekrar soluyacak insanlık… Bu nedenle şimdi önemli bir eşikte duruyoruz. Buradan önemli sıçramalar yapacağımıza inanıyoruz.
Son iki yıl zarfında halkı Müslüman olan ülkelerde meydana gelen adalet ve özgürlük arayışının serencamı, çok yönlü bir sorun olarak önümüzde durmakta ve doğru analizler gerektirmektedir.
Artık elimizdeki imkanların ve fırsatların ahlaki bir yükümlülük olduğunu kavramamız gerekiyor. Bunların bir emanet olduğunu, bunların hakkını yerine getirmediğimizde bir yük ve büyük bir imtihana dönüştüğüne geçen ömrümüzde defaten şahit olduk. Dünyadaki birikmiş bu adalet, özgürlük ve merhamet daralması hepimizin şahs-ı manevisini yakinen ilgilendiriyor ve ilgilendirmelidir. İşte bu çerçevede yeni bir zihniyet değişikliğiyle karşı karşıyayız. Bu değişim ve dönüşümde kendi yerimizi sorumluluğumuzu almamız gerekiyor.
‘Yeni dönemi nasıl tahlil etmeliyiz?’ sorusunun cevabına hepimizin mutlak katkısı, çabasının olması ve dünyasında yer açması gerekir. Yeni süreçte Allah’ın kudretini Müslüman olarak sürekli yakinimizde görmemiz, canlı tutmamız gerekir. Dünyadaki bu büyük değişimi fark etmeyen tüm kesimlerin kaybettiğine, küçüldüğüne ve parçalandığına şahitlik ettik ve edeceğiz. Özellikle Suriye’deki adalet ve özgürlük arayışını doğru okuyamayan İran’ın, Suudi Arabistan’ın ve birçok ülke ve grupların süreç içerisinde küçüleceğine şuanda bile şahitlik etmekteyiz.
İran, Suriye olayına iktidar merkezli bakıyor. Merhum İmam Humeyni’nin ne Şiilik ne Sünnilik söyleminin maalesef çok gerisine düşülmüş durumda ve halkların özgürlük arayışını görebilme ferasetini kaybetmiş durumda. 1982 Hama katliamında olduğu gibi bugün de Suriye’de yaşanan zulme ses çıkarmayan hatta aleni destek olan İran, Baas yönetimine sağladığı teknik, mali ve askeri yardımlarla rejimin yanında yer alan pozisyonunu en başından beri sürdürüyor. Filistin meselesinde olduğu gibi İslam’ın birçok davasında Batı’ya direnen, İslam’ın savunuculuğunu üstlenen İran’ın, bölgede yaşanan kargaşadan kendine siyasi kazanımlar devşirme ve etki alanını genişletme gayretini makul karşılamamız mümkün değildir.
Herkesin kendini her daim gözden geçirmesi gerekir. Fikren, ruhen ölmüş olan zihinleri bir arada tutarak birlik, beraberlik ve ümmetin geleceği konuşulamaz. Ancak buna karşın İslam dünyasındaki bazı düşünürlerin fikir dünyasında Batı hala mutlak otorite olarak durmakta ve İslam coğrafyasının genç dimağlarının, yiğit ve cesur insanlarının, bedenlerini idealleri, inançları için ortaya koyan insanlarının ortaya çizdiği ufuk ve oluşturduğu umut hala anlaşılabilmiş değildir. Değişim ve dönüşümün bir toplumun yeni konseptini doğal olarak tartışarak dönüştürmesi lazımdır. Onun için özellikle İslam dünyasında bundan onlarca yıl önce kitle iletişim araçlarında, radyolarında, televizyonlarında, eğlence programları hakimken çok şükür şimdi tartışma programları dünü, bugünü, yarını geleceği tartışıyor, konuşuyor. Buradan bir adalet, bir merhamet ve herkes kendisine bir sorumluluk çıkaracaktır. Bunu, bu anlamda önemsiyoruz.
Bu süreçte değişim ve dönüşüm doğal bir süreç olarak oluşur ve bu süreç engellenemez, durdurulamaz ve durdurulamayacaktır. Tarihinin akışını doğru okuduğumuzda tüm arızi durumların oluşturduğu engeller mücadelemizin önünden aşama aşama kalkacaktır. Bu tarihi sürecin başındayız. Çok çabalayıp asla ve asla rehavete kapılmamamız gerekir. İslam coğrafyasında ortaya konan her direniş yeni bilinçlerin ortaya çıkmasını sağlayacak ve yeni ufuklar, umutlar oluşacaktır. Yeniden İslam’ın evrensel değerler ile İslam coğrafyasının ve tüm insanlığın arınması çabası bizim varlık nedenimizdir. Bu ideal, bu ufuk için yaşamalı ve mücadele etmeliyiz.
Uzun dönemdir var olan ve ortaya çıkacak sorunlarımıza hangi İslami telakkiyle, metodoloji ile ele alacağımızı tartışmamız lazım. Gücün yozlaştırılmasına karşı değerlerle yol almalıyız. Güçlünün değil Hakkın yanında yer almalıyız. Farklı bakışlar, alternatif yollar geliştirmeliyiz. Bu süreçte özgüvenimizi sarsmadan birbirimize yaslanarak ayakta kalıp yeni nesillere, yeni topluluklara umut aşılamalıyız. Yeniden bir var oluş sürecini ancak bu şekilde diri tutabiliriz. Yolu şaşırmamak ve ne istediğini, ne istemediğini bilmek için elimizdeki tek sigorta, vicdanımızdır. Bizim vicdanımız da Allah’a ve ahirete imanla şekillenir.
İslam dünyasında, Türkiye’de ve Suriye’de yaşananlar sadece bir kesim insanın sorumluluğu olarak görülemez. Suriye’de yaşananlar sadece Suriyelilerin de sorumluluğunda olamaz.
Başarabilirim hissini kendimizde, milletimizde ve İslam ümmetinde yeniden uyandırmalıyız. Eski, bu anlamda tasfiye edilmiş değil. Yeni de kendini tamamıyla kabul ettirmiş değil. Ortaya çıkan bu bilinç hali aşağıya doğru sorumluluğa dönüşerek daha seri olarak akmalıdır. Yeni bir kuşağın ancak bu şekilde ortaya çıkmasını sağlayabiliriz. Bunun için korku ve endişe duvarını aşarak tarihsel uyanışa her birimiz kendi bedeninde, kendi evinde, kendi vakfında, derneğinde, şehrinde, ülkesinde ses vermelidir. Vereceğimiz bu ses bizim Allah katındaki sorumluluğumuzu yerine getirmeye bir nebze gerekçe olacaktır.
Yaşadığımız bu süreçlerde sorumluluklarımızı iktidara bırakamayız. Bıraktığımız takdirde büyük bir kırılmanın ve yanılsamanın içerisine düşeriz. Elbette iktidarların yaptığı güzel şeyler, halkın sorunlarına dair birçok isabetli çözümleri var. Bu Müslüman kesimin, bu camiaların sözü bundan ibaretmiş denecek bir kırılmaya düşmeden daha ötelerde, bitmeyen, tükenmeyen, evrensel bu coşkunun her daim insanlığa umut olacak sesini yükseltmemiz gerekir. Onun için bizler, iktidarın daha ötedeki ufkunun şekillenmesine de sürekli bağımsızlığımızdan ve özgünlüğümüzden taviz vermeden katkı yapma imkanına sahibiz. Sorunların çözümünde payanda değil paydaş olmalıyız.
Bizler bu sorumluluklarımızı yerine getirirken, yanı başımızda Suriye’de yaşanan tıkanıklığın en önemli nedenleri arasında örgütsüzlük ve dağınıklığın; halkın içerisinde şeffaf ve inanç değerleri ile bezenmiş önderliğin yokluğu olduğunu görüyoruz. Çok olabiliriz, birçok fikrimiz, düşüncemiz, varlığımız, imkânımız olabilir ama bu örgütsüz, teşkilatsız, amaçsız, hedefsiz, dağınık ise bu örgütlü olan küçük bir topluluk tarafından yönlendirilmeye, kullanılmaya, dağıtılmaya parçalanmaya her zaman açıktır. Onun için % 90’ın muhalif olduğu bir ülkede bir diktatörü götürecek kadar bir örgütlü yapı maalesef geçmişte oluşturulamadığı için bu bir anda oluşmuyor. Bu topluluklar, her zaman inanç değerlerimizde her iktidar döneminde onların hayatın içerisinde yer almasının teminatı ve güvencesidir. Bu ortamları önemsememiz gerekir.
Bizler, bu önemli mevzuda söyleyecek sözlerimizin olduğunu ve bunların uygun zeminlerde birbirine katılarak dağınık cümlelerden, sorunlarımıza yeni çözümler üreteceğimiz inancıyla bir aradayız. Rabbim emeklerimizi zayi etmesin…
Bültenimize abone olun!