5 gündür Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde, Çam Otel’de devam eden 11. Anadolu Buluşmaları Sempozyumu bugün sonuç bildirisinin okunmasıyla sona erdi.

“İslam Dünyasında Temel Sorunlar (Şiddet, Mezhepçilik ve Darbeler)” üst başlığıyla 23 Ağustos Salı günü Ankara’da başlayan ve 5 gün süren 11. Anadolu Buluşmaları Sempozyumu bugün sona erdi.

Toplamda 8 Oturumun ve hasbihallerin yapıldığı, çok sayıda akademisyen ve yazarın tebliğ sunduğu 11. Anadolu Buluşmaları’nda İslam dünyasının temel sorunları masaya yatırıldı ve çözüm önerileri getirildi.

Anadolu Platformu Teşkilatlanma başkanı Gazi Kılıçparlar’ın sonuç bildirisini okumasıyla program sona erdi.

 

 

İSLAM DÜNYASININ TEMEL SORUNLARI

ŞİDDET, MEZHEPÇİLİK VE DARBELER

11. ANADOLU BULUŞMALARI SONUÇ BİLDİRİSİ

15 TEMMUZ darbe girişiminde Müslümanların son kalesi, bu güzel vatanı, hainlere bırakmayan tüm Türkiye halkına öncelikle şükranlarımızı sunuyoruz. Bu uğurda gözünü kırpmadan şehadete yürüyen kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyor, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.

Yaşadığımız bu kritik süreci kararlı liderliğiyle ve asil duruşuyla yöneten Cumhurbaşkanımıza millet olarak teşekkürü bir borç biliyoruz.

15 Temmuz, bu arif milletin kurduğu büyük Türkiye’nin adıdır. Bu millet, zulmün kimden geldiğine bakmaksızın canını siper etmiştir ve edecektir.

İslam, Anadolu’da yaşayan halkların ortak mayasıdır. Allah-u Ekber nidası her beka krizinde ortak birlik çağrımız olmuştur. Bu coğrafyanın iç barışının teminatı Müslümanlardır. “Bu topraklarda yaşayan tüm kesimlerin can, mal, din, namus ve akıl emniyetinin nöbetini Müslümanlar tutar.” Diriliş nöbetlerimizin şahitleri olan meydanlar, cemiyetimizin yeni üniversiteleri olmuştur

Dikkat edilirse darbeler, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde yaşanmaktadır. Bilinmelidir ki darbelerin bütün dünyada kaynağı ve destekçisi CIA ve Gladyo’dur. Çünkü bunlar dünyayı bölerek kontrol etme ve yönetme arzusundadır.

Duçar olduğumuz bu musibet beklenilen bir saldırıydı; çünkü 21. yüzyılda İslam dünyası ve Türkiye çok önemli bir değişim ve dönüşüm süreci başlatmıştı. Bu süreç  Batı ve emperyalist güçleri korkutmaktaydı, kendilerince bir an önce bunun önlemini almaları gerekiyordu. Bunun için gerekli kuklaları bulmakta zorlanmadılar.

Müslüman görünerek ve münafıklık yaparak halkımızın her türlü dini duygularını suistimal eden hainler, güçlü-zayıf, fakir-zengin olarak ayrıştırılmadan en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak bizim gerçek düşmanımızın ABD ve emperyalist İngiliz aklı olduğu da unutulmamalıdır.

15 Temmuz hangi yolda kimlerle birlikte yürüyeceğimize dair kalıcı kanaatler oluşturmuştur. Düşmanlığın ve dostluğun nihai sınırlarını yeniden çizmiştir.

FETÖ üzerinden bütün Cemaatlerin hedef alınması ve cadılaştırılması doğru değildir. Yaşadığı toplumda hiçbir şaibeye bulaşmadan kendisi olan, örgütlü, millet ve ümmet şuuruna sahip, dosdoğru, açık ve şeffaf olan, hesap verebilen yapılar, bu milletin geleceği açısından son derece önemlidir. Türkiye’de oluşan bu birlik ve beraberliği aynı ses doğrultusunda muhafaza etmemiz zaruridir

Bugün, İslam ümmeti, fitne ve tefrika ateşiyle tarihinin en zor süreçlerinden birini yaşıyor. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Nijerya’da ve İslam coğrafyasının birçok yerinde çatışmalar,  şiddet, vahşet ve dehşet durmaksızın devam ediyor. Emperyalist güçler asırlardır oynadıkları oyunlarla Müslümanların onurunu ve izzetini ayaklar altına almak istiyor.

Batı, İslam’ı hedef aldığından ve Haçlı ruhundan vaz geçmediğinden dolayı İslam’ı tehlikeli, felaket, kan ve tahribatın sebebi göstermek çabasına girmiş ve  İslamofobiyi üretmiştir. İslam ile şiddet arasında kurulan ilişkinin nedeni de işte bu ruhtur.

Bu müşerref dinin, korku ve şiddet  dini olduğu algısını oluşturarak hedeflerine ulaşabileceklerini düşünmektedirler. Diğer bir taraftan Müslümanlar arasındaki kimi farklılıkları  fitne ve tefrika ateşine dönüştürmeye çalışıyorlar. Bu saldırıları, düşmanımızı tanıyarak, ortak akılla, basiretle ve hikmetle hareket  ederek, imani ve ahlaki dinamikleri yeniden canlandırarak engelleyebiliriz. Apaçık bir şekilde karşımızda duran düşmanlarımıza karşı, hem soyut hem de somut cepheler oluşturmamız gerekir.

Bugün, İslam dünyasında var olan şiddetin en önemli kaynaklarından biri de İslam’ın parçacı okunmasıdır. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için Kur’an’a, sünnete ve İslam tarihine bütüncül bakmalı, sürekli bir arınma, muhasebe ve özeleştiri sistematiğini geliştirmeliyiz.

Bizler biliyoruz ki bir toplum, bir ümmet, bir ülke önce zihinde parçalanır, sonra bu parçalanma coğrafyanın ruhuna yansır. Vahdet dediğimiz şey de öncelikle zihindeki bu parçalanmışlığa dur demenin adıdır!

Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değil, aynı zamanda bir yaşama biçimidir. Vahdet şuurunu toplumsal hayatta gerçekleştirmenin yolu, farlılıklara tahammülü, merhameti, sosyal adaleti ve ahlâk bilincini inşa etmektir. Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Müslümanların bugün küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında yekvücut olabilmesi, her şeyden önce mezhebini, meşrebini, cemaatini, ırkını, dilini ve coğrafyasını değil; İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını içselleştirerek esas almasıyla mümkün olacaktır.

Bu minvalde mezheplerimizi, İslam dininin anlaşılması ve yaşanmasındaki farklı fikir ve kanaatleri temsil eden, zamanla oluşmuş beşerî mektepler olarak görmek gerekir. Mezhepler bir zihniyettir, problem çözmek için ortaya çıkmıştır. Mezhebî farklılıklar, İslam kültür ve medeniyetinin birer zenginliğidir. Tevil olan yerde tekfir olmaz. Tevil, vahyi zamanın ruhuna uygun bir şekilde anlama çabasıdır.

Mezhebi, meşrebi, anlayışı ne olursa olsun diğerinin mezhebini, meşrebini, anlayışını tefrika vesilesi kılan ve kardeşini küfür ile suçlayan bir zihniyet, İslam’ı ve Müslümanları temsil edemez.

İslam’ın kaynak problemi yoktur; kaynaklara yaklaşma ve yorumlama sorunu vardır. İslam’ı, İslam’ın kaynaklarından anlamaya çalışmalıyız. Kur’an ve sünnet et ve tırnak gibidir, birbirinden ayrılamaz. Sünnet, peygamberin ahlakı, yaşam tarzı ve medeniyet projesidir.

Cihat ise  terörün, vahşetin ve öldürmenin değil; her şeyden evvel hayat veren, hakkı batıldan ayıran, diriltici bir gayretin, fitneyi bertaraf eden ve nefsimizin fenalıklarına karşı yapılması gereken bir iç ve dış mücadelenin adıdır. İslam dininin temel kavramlarından biri olan cihat kavramı bağlamından koparılarak emperyalizmin saldırganlığına araç yapılmak istenmektedir. Bu kavram konusunda Müslümanların duyarlı olması gerekir. İslam, insanlığa zahmet vermek için değil; rahmet olarak gelmiştir.

Tüm insanlığa ilan ediyoruz ki bizim imanımızın özü, adalet ve merhamettir.

11. Anadolu buluşması vesilesiyle hatırlatmak istiyoruz ki;

Bu toprakları yurt edinmenin geçmişte olduğu gibi bugün de bedeli vardır. Unutmamalıyız ki bedeli ödenmemiş hürriyet, suni bir özgürlüktür.

Bu milletin inancını, örfünü, özünü tehdit olarak gören, millet  şuuruna  sahip olmayan her kişi ve odak, haindir ve bu hainler de bilsinler ki bu millet, düşmanlarını asla unutmayacaktır.

Bu vesileyle vatan, millet, devlet, ümmet, ülkücülük, solculuk gibi kavramlar, İslami referanslar ölçütünde yeniden değerlendirilmelidir.

Bu mücadeleyi geleceğe taşıyacak ve bu milleti tarih sahnesinde yeniden var kılacak en önemli olgu adalet merkezli yeni bir düzen kurmamızdır.

Bizler Anadolu Platformu olarak bu sorunların çözümü için açıklığı, şeffaflığı ve içinden çıktığı toplumun derdini dert edinme sürecini önemsiyoruz.

Bugün yapılması gereken, tarihten alacağımız ders ve ibretle istikametimizi yeniden belirlemektir. İç ayrışma ve çatışmaları sürdürürsek Rabbimizin buyurduğu gibi gücümüz kırılır ve düşmanlarımız karşısında zayıf düşeriz. Gün ve gelecek, geçmişten bağımsız değildir, geleceğe ümitle bakmak için geçmiş muhasebemizi ve inşa planımızı yapmamız gerekir.

Yeni devlet ve ordu, bu milletin ruh kökünden beslenerek kurgulanmalıdır. Devlet tüm kurumlarıyla milletinin olursa; millet, devletine sahip çıkar. Halkımıza, ahlâkımıza, dimağımıza, vicdanımıza ve zihnimize doğrultulmuş tüm soyut namluları yok etmezsek; işgaller, darbeler, şiddetler ve terör sona ermeyecek; bilâkis kılık değiştirerek sürekli karşımıza çıkacaktır. Bizim en büyük gayemiz, baskısız, savaşsız, huzur içinde merhamet ve adalete dayalı bir toplum sözleşmesi oluşturmak ve bu sözleşme doğrultusunda bir hayat düzeni kurmaktır.

Bunun için meseleye ilkesel bakmamız gerekir. Eğer bu sorunları düzenleyen, milleti merkeze koyan, devleti milletle bütünleştiren bir anayasa ve toplumsal sözleşme oluşturamazsak, aynı güçler; orduyu, üniversiteyi, adliyeyi, medyayı veya sermayeyi ele geçiren emperyalistlerin desteğiyle ülkeye el koymaya kalkacaktır. İşte böyle bir dönemde tüm duyarlı yürekleri harekete geçmeye ve sorumluluklarını kuşanmaya davet ediyoruz.

 

ANADOLU PLATFORMU TERTİP KOMİTESİ